4 Eylül 2011 Pazar

stephan king’ten bir roman ; misery.


 Yönetmen: Rob ReinerSenaryo: Stephen King (Kitap), William GoldmanImdb Puanı:7.8/10Yapım: 1990, ABD Süre: 107 DakikaOyuncular: James Caan, Kathy Bates 

The Shining’i izledikten sonra, derhal bir Stephen King romanını film yapmalıyım, diye düşünen Rob Reiner’ın Stephen King’le ilk buluşması, arkadaşlık odaklı bir dram olan Stand By Me ile olmuştu. King’in The Body isimli öyküsünden uyarladığı filmle beyazperdenin en sevilen yapımlarından birine imza atan Reiner’ın, King’le ikinci randevusu ise yazarın en sert eserlerinden biri olarak bilinen Misery için oldu. Çektiği dram filmleriyle tanınan Rob Reiner’ın bir korku filmi çekecek olması çeşitli çevrelerce ‘riskli bir hamle’ olarak adlandırılsa da, bu sözlere kulaklarını tıkayan yönetmen filmini bitirdiğinde, ortada, en başarılı King uyarlamalarından biri olduğu herkesçe kabul gören bir yapım vardı. Ve Misery hem gişedeki başarısı, hem de aldığı önemli ödüllerle 1990 yılının en akılda kalıcı filmlerinden biri oldu.
Misery Chastain
Paul Sheldon çok satan popüler kitaplar yazan ünlü bir yazardır. Özellikle, sekiz kitaptan oluşan Misery serisi büyük yankı uyandırmaktadır. Paul, bu seri sayesinde zengin bir hayat sürmektedir. Ancak eleştirmenleri bir türlü memnun edemeyen ve yazarlığına saygı duydurmakta güçlük çeken Paul, Misery isimli melankolik bir kadının maceralarını anlattığı bu seriden artık sıkılmıştır ve Misery Chastain’i yazarlığının önünde bir engel olarak görmeye başlamıştır. Colorado sınırlarındaki Gümüş Kanyon ‘da Hızlı Arabalar isimli yeni bir roman yazan Paul, bu eserinin şu ana kadar ki en ciddi hikâyesi olduğuna ve bu eserle hak ettiği saygıya kavuşacağına inanmaktadır. Tek kopyası ellerinde olan yeni eseriyle 65 model Mustang’ine binip Colorado’nun buzlu yollarında evine doğru giden yazar, yola çıktıktan çok kısa bir süre sonra korkunç bir trafik kazası geçirir. Neyse ki eski hemşire Annie Wilkes onu bulacak ve çok kötü yaralanan yazarın hayatını kurtaracaktır! Yoldan fırlayan 65 model Mustang ise ormanlık bir alanda hızlı ve büyük tanelerle yağmayı sürdüren karlarla kaplanmakta, geçen her dakikayla beraber gözden kaybolmaktadır. Paul, ‘Misery’nin Çocuğu’ ismini verdiği serinin son kitabında Misery karakterini öldürmüştür ve kitabın dağıtımı birkaç gün içinde yapılacaktır… Oysa Annie Wilkes, Misery serisinin en fanatik hayranlarındandır.
’Ben bir numaralı hayranınım. Merak edecek bir şey yok. Sana çok iyi bakacağım. Bir numaralı hayranın benim!’’
Paul Sheldon’ın duyduğu ilk şey bu olur. Ve bu doğrudur da… Misery serisini defalarce kez okuyan Annie Wilkes, yazarın en büyük hayranlarındandır. Şehir dışındaki bahçeli evinde toplumdan kopuk bir hayat süren Annie’nin en büyük tutkusu Misery serisidir. Hatta çok sevdiği küçük domuzuna Misery ismini vermiştir. Ve şimdi en sevdiği yazar onun misafir odasında yatmaktadır. Kazadan sonra yazarın birkaç kaburgası ve ayakları feci şekilde kırılmıştır. Ya da başka bir deyişle, baldırlarından aşağısı un ufak olmuştur. Ama Paul çok şanslıdır. Ne de olsa en büyük hayranı onu bulmuştur. Üstelik Annie eski bir hemşiredir. Bacaklarını iki direkle destekleyerek ilk müdahaleyi yapmıştır ve verdiği ilaçlarla Paul’un korkunç ağrılarını dindirebilmektedir. Şu zengin yazar gerçekten çok şanlıdır! En büyük hayranının ellerine emanettir!
‘’Misery ve Misery’nin çocuğu… Bu dünyada kendime yakın hissettiğim iki kutsal şey.’’
Annie, Paul’un ilaçlarını düzenli verir, karnını doyurur, altını temizler, onu tıraş eder… Şikâyet etmeksizin Paul için her şeyi yapmaktadır. Şiddetli tipi yüzünden telefon hatları arızalıdır ve yollar kapalı olduğu için Paul’u hastaneye götürememiştir, ama kısa zaman sonra durum düzelecektir. Annie, Paul’le beraber, dümdüz olmuş arabadan başka bir şey daha çıkarmıştır. Eski bir deri çanta… Daha sonra bu çantanın içinde yeni bir roman olduğunu görecektir. Bu romanı okumak için Paul’den izin ister. ‘Elbette,’ der Paul. ‘Elbette.’ Hayatını kurtaran kişi okumayacak da kim okuyacaktır!
Ertesi sabah Annie elinde bir tabak çorbayla odaya girdiğinde suratı asıktır. Hiçbir şey söylemeden Paul’e çorbasını yedirmektedir. Sonra bir şey olduğunu anlar Paul ve söylemesi için ısrar eder. Annie, yeni romanın bir kısmını okuduğunu söyler hissizce. Ama Paul’u eleştirmesinin çok saçma olacağını söyler. Paul ısrar eder. Annie söylemeye karar verir. Kitaptaki küfürlerden rahatsız olmuştur Miss Annie Wilkes! Hayır, o küfürlerin orada olmaması gerekmektedir. Bunların gerçekle ne ilgisi vardır! Annie’nin gözleri büyür, bakışları sabitlenir, yüzünde parlak bir kırmızı ışık belirir. Bağırmaya başlar… Bu sırada kırmızı tonlarındaki çorbanın bir bölümü yatağa dökülür. ‘Bana ne yaptırdığını gördün mü?’ Annie sinirle odadan çıkar. Bu sahne hem bizim hem de Paul Sheldon’ın Annie’nin sinirlerini kontrol edemeyen bir ruh hastası olduğunu korkuyla anladığımız sahnedir. Kasabaya giderken polislerin yanından geçerken Annie’nin kılının bile kıpırdamadığını gördükten sonra ise hiçbir şüphemiz kalmamıştır. Miss Wilkes delinin tekidir!
Birkaç gün sonra Paul eve elinde Misery’nin Çocuğu kitabıyla döner. Çok heyecanlıdır, Misery’nin başına neler geleceğini öğrenmek için sabırsızlanmaktadır. Kitabı hemen okumaya başlar. Bu arada Paul’un ajansını ve ailesini arayıp durumu haber vermiştir. Yollar açılana kadar Paul’u misafir(?) edecektir. Gerçekten öyle midir?
Bir gece yarısı gözlerini açar Paul. Dışarıda yağmur yağmaktadır. Annie Wilkes ise korkunç gözleriyle ona bakmaktadır. ‘Seni leş kargası! Bunu nasıl yaparsın, Misery’i nasıl öldürürsün! O ölemez! Misery Chastain asla ölemez!’ Annie var gücüyle haykırarak odanın altını üstüne getirmeye başlar. Paul artık yolların hiç açılmayacağını anlamıştır. Annie önce Paul’un pek öenmsediği küfürlerle dolu romanını yaktırır Paul’e. Sonra yeni bir roman yazmasını ister…
‘’Benim ne yazacağımı sanıyorsun?’’
‘’Oh, Paul! Sanmıyorum. Biliyorum!’’
Kitabın ismi ‘Misery’nin Dönüşü’ olacaktır. Misery serisini başından beri ticari amaçla yazan yazar, bu sefer YAŞAMAK İÇİN YAZACAKTIR!

Kitap ve Film Arasındaki Bazı Farklılıklar
(Filmi henüz izlemediyseniz bu bilgilerden uzak durmanız tavsiye olunur.)
- Birçoğunuzun bildiği üzere roman ve film arasındaki en bariz fark, filmin en can alıcı sahnesi olan bacak kırma sahnesindedir. Filmde Annie bu sahneyi, Paul ‘un bacaklarının arasına bir kalas yerleştirip balyozla bacaklarını kırarak gerçekleştiriyordu. Kitapta ise Annie, balta kullanıyor ve Paul’un sol bacağını kesip litrelerce kanın boşlamasına sebep oluyordu. Rob Reiner, bu değişiklik nedeniyle büyük bir çoğunlukça filmi yumuşatmakla suçlandıysa da, böylesinin sahneyi daha etkileyici kıldığını düşünenlerin sayısı da hiç az değil.
- Filmin en heyecanlı bölümlerinden birisi de kuşkusuz ki Paul’un ona verilen etkili ağrı kesicileri biriktirip, Misery’nin Dönüşü’nün kutlama yemeğinde (sözde) ilaç tozlarını Annie’nin şarap kadehine boşalttığı sahneydi. Aslında romanda böyle bir bölüm yoktu. Bu sahnenin sonucunun biz izleyicilerde yarattığı mide krampı etkisi düşünürsek, senarist William Goldman’ın filme çok yakışan bu ilavesinin çok doğru bir tercih olduğunu içtenlikle söyleyebiliriz.
- Bir diğer belirgin farklılık ise Annie Wilkes’ın bize sunuluşuyla ilgiliydi. Stephen King Annie’yi bizlere ilk bölümden itibaren ruh sağlığı bozuk tehlikeli biri olarak tanıtmakta sakınca görmezken; Rob Reiner bize bir iyilik meleği gibi sunduğu Annie’nin gerçek yüzünü ilerleyen sahnelerde gösteriyordu. Doğrusu böylesi yaşadığımız şoku çok daha etkili kılmıştı..
- Polislerin Annie’nin evine gelişleri de bir diğer farklılık unsuruydu. Kitapta önce genç bir polis memuru Annie’nin evine geliyordu. Annie bu polisi haklıyor fakat sonrasında şüphelerle dolu geçmişi nedeniyle tüm dikkatleri üzerine çektiğinden yakayı ele veriyordu. Filmde ise yaşlı bir polis Misery romanlarında geçen bir cümlenin Annie’nin yargılandığı bir mahkeme sonrasında kullandığını eski gazetelerde şaşkınlıkla fark ediyor ve bu keşiften sonra dikkatini Annie’ye yönlendiriyordu.
- Filmin sonunda, Paul tamamladığı Misery’nin Dönüşü kitabını Annie sonunu okumadan önce yakarak Annie’den intikamını alıyordu. Kitapta ise Paul Sheldon, Annie’nin zoruyla yazdığı kitabın aslında bugüne kadar yazdığı en iyi kitap olduğunu düşündüğü için yakmayıp asıl kitabı yatağının altına saklayor, sadece kitabın isminin yazılı olduğu ilk kâğıdı ve işine yaramayan bazı taslakları da içine kattığı boş bir kâğıt destesini yakarak Annie’yi gerçek kitabı yaktığına dair aldatıyordu.
Birkaç Not
- James Caan ve Kathy Bates Misery’deki rolleriyle o yıl birçok ödül kazandılar. Kathy Bates, Annie Wilkes performansıyla 1990’da hem Altın Küre’de hem de Oscar’larda En İyi Kadın Oyuncu ödülünün sahibi oldu ve dünyaca tanınan bir oyuncu haline geldi.
- Paul Sheldon rolü James Caan’dan önce Jack Nicholson’a teklif edilmişti ancak, adı, daha önce canlandırdığı bir diğer Stephen King karakteri Jack Torrance’la özdeşleştiği için ünlü oyuncu bu teklifi geri çevirdi. Paul Sheldon rolünün önerildiği isimler arasında; William Hurt, Robert De Niro, Al Pacino ve Dustin Hoffman gibi oyuncular da vardı.
- Kitaptaki genç polisin Annie tarafından çim biçme makinesiyle öldürüldüğü sahne aslında filme de konulmak istenmişti. Ancak yapılan çekimleri yeterince iyi bulmayan Rob Reiner izleyicinin bu sahneyi komik bulmasından endişelendiği için bu kararından vazgeçti. Ve söylenenlere göre, defalarca tekrarlanan bu sahnelerin çekiminde büyük efor sarf eden Kathy Bates bu kararı öğrenince büyük hayal kırıklığına uğradı.
- Eserin yaratıcısı Stephen King 1999 yılında Paul Sheldon’ınkine benzer ölümcül bir trafik kazası geçirdi ve kaza sonrasında uzun süre tekerlikli sandalyesinde çalışmak zorunda kaldı. Neyse ki, kazadan sonra King’i bulan kişi bir numaralı hayranı değildi.
Doğaüstü konuları işleyen birçok Stephen King eserinin aksine tamamen, ruh sağlığı bozuk yalnız bir insanın yaratabileceği vahşete odaklanan Misery, müthiş hikâyesi kadar başarılı oyunculuklarıyla da ön plana çıktı. Annie’nin evde olmadığı zamanlarda Paul Sheldon evde gizlice dolaşırken, Paul günlerce biriktirdiği ilaç tozlarıyla Annie’den kurtulmaya çalışırken, Annie’nin önceki cinayetlerini anlatan, adeta bir hatıra defteriymişçesine itinayla sıraya dizdiği gazete kupürleriyle dolu albümü gördüğümüzde ve Annie her öfkelendiğinde başarıyla sağlanan gerilim, filmi, üzerinden uzun yıllar geçmesine karşın etkisini ilk günkü gibi koruyabilen kült gerilimler arasına sokmaya yetti. Çıldırmış bir insanın vampiler ve kurt adamlardan çok daha korkutucu olabileceğini kanıtlayan Misery, tüm zamanların en iyi gerilimlerinden biri olarak kabul gördü.
‘’Tanrıya seni sordum Paul. O da seni bana, yolu göstermem için gönderdiğini söyledi!’’
Türkiyede kitabın adı ‘Sadist’ olarak basılıp kapağı buyken ; 
asıl kitabın basımı şu şekildedir ; 
 

31 Ağustos 2011 Çarşamba

bekle, zamanla düzelir. nah düzelir, afedersin.

bir şeyler ters gider ya da hoşuna gitmeyen bir şeyler vardır. insanlarla konuşursun zamanla düzelir derler. zamanla geçer, zamanla biter. yok öyle bir şey. zamanla düzelmez. birileri bir şeyler yapmazsa hiçbir şey değişmez. zaman aslında yoktur. saatinin olmadığını düşün. saatin kaç olduğuyla ilgili bir fikrinin olamayacağı bir yerdesin. saatlerin var olduğunun bilinmediği bir yerdesin. güneç doğuyor, batıyor. bunlar doğal şeyler. var olması gereken şeyler. ama saat diye bir kavramın varlığını bilmediğin için zamanın aktığı aklına gelmiyor. güneş battığında uyuman gerekiyor hala belki ama sana biri gelip saat kaç oldu yat artık demiyor. güneş battı ne zaman yatıcaksın? olabilir. bilimsel açıdan iyi olmaz bu. kötü şeyler yaratır. ama bilimsel olarak düşünmezsek zaman gereksizdir. sorun yaratır. insanı delirtir. her şeye karşıdır. insanı yutar, onların patronu olur. onları yönetir. onlara sınırlar koyar. zaman insanları sevmez. üstelik herkese farklı oynar. biri zamanın hemen geçmesini ister. zaman yavaşlar. onun için hızlanmaz, olabildiğine yavaşlar. biri zamanın geçmemesini ister. zaman hızlanır. bir anda olup biter her şey onun için. bir sorun yarat ve bur odaya gidip bir sandalyede otur. saatlerce. sonra kalk. o sorun yok olmuş, inanılmaz. hayır, böyle bir şey yok. sen düzelmesi için bir şeyler yapmazsan ya da herhangi bir düzelmesi için bir şeyler yapmazsa sorun yok olmaz. kimi şeyler vardır. senin sorun yatatırlar. onun yok olması için herhangi bir şey yapmazsın. birgün kalktığında yok olmuştur. artık senin problem değildir. bunu yapan da zaman değildir. o kimi insanların kimi yerlerde yaptıkları bir şeyler yüzünden yok olur. biri bir şey yapar. bu öteki insanın bir şeyini etkiler. bu etki başka birinin farklı bir şeyini etikler ve bu dönüp dolaşıp sana gelir, seni rahatlatır ya da sorun yaratır. sana yaptığı şey farklı birine farklı sonuçlar doğurur. bu da bir başkasına. bunları zaman yapmaz, bunları insanlar yapar. zaman hiçbir şeydir.

30 Ağustos 2011 Salı

yazı.


büyüdün, evet artık büyüdün. etrafına bak şimdi. şöminesi zar zor yanan bir otel odasındasın. daha önce neler oldu neler geçti başından, hatırlamıyorsun. hatırlamak mı istemiyorsun yoksa yine bilinçsizliğe mi mahkum ettin kendini. bilmiyorsun. ne yaptığını bile hatırlamıyorsun çünkü. sonra gözlerini kapatıyorsun. kendine geliyorsun yavaş yavaş. yenileniyor ve teker teker oturuyor her şey yerine.
gözlerini açtığında yine ilk gördüğün o zar zor yanan şömine. ama sonra şöminenin üstünde eskimiş, camı kırıklarla dolu tüm ömrünün izlerini taşıyan o çerçeveyi farkediyorsun. her şeyin her şeyin var o çerçevede. resim mi? hangi resim? çerçevede ne resmi var diye mi soruyorsun yoksa. hiçbir şey hiçbir resim yok. küçük küçük notlar var sadece.küçük kısa cümleler. hayatın o cümlelerde. kimisi birkaç saniyeyi,kimisi bir kaç yılı,kimisi bütün ömrünü almış içine.
buraya nasıl geldin? neden yalnızsın? ah, evet tabi. yine çocukluktan kalmış bir hayali gerçekleştirme tutkusu. bir trene binip neresi olduğunu bilmediğin bir yerde inmek ve.. gerisini söyleyemezsin çünkü hayalin bundan ibaretti. sadece o trene binmek ve gitmek. bu kadarını düşünmüştün. oldu, işte başardın. o trene bindin. nereye gittiğini öğrenmemek için çok çabalasan da sonunda öğrendiğin o trene bindin. işte buradasın.
geleli kaç gün oldu? belki 2,3 gün belki 2,3 ay. bilmiyorsun. çünkü bunu hatırlayacak kadar daha oturmadı kafan. ne kadar paran var ya da ne kadar paran kaldı? ne önemi var. geleli 2,3 gün  ya da 2,3 ay olsa dahi sıkılmadın mı. evet sıkıldın. ve yarın yine bir trene atlayıp döneceksin. kime döneceksin? kimin var orda seni bekleyen.belki bir dost, belki bir sevgili.. tanrım durumun gerçekten vahim. aşkı unutmuşsun be adam. ya da hiç tanımamışsın. yok, böyle biri değildin sen. mutlaka dostların vardı. yalnızlıktan yakındın çünkü. ya sevgili.. değişir, aşkın özlemini dahi unutmuşsan.
aman neler düşündün şu kısa sürede. yat ve uyu. bilinçsizliğine bin kadar daha bir bilinçsizlik ekle ve kapat tüm duyularını bir iki saatliğine. sonra kalkıp büyük bir sevinçle ‘merhaba’ dersin o güzel ve tatlı güne

5 Ağustos 2011 Cuma

belki yüz kere izledin ama bu benim 'ilk bölümüyle walking dead' postu atmama engel değil.

dizinin ilk bölümünde gördüğümüz ilk zombi, ne kadar şirin bir kız olduğunu bu haliyle bile anlayabilirsiniz.
adamımız rick küçük şirin kızla konuşmaya çalışsa da şirin kız onu yemek istiyor. ricki bir telaş sarıyor ve sıkıyor kurşunu.
neyse sonra dizi başlıyor. rick bir şerif. işte her zamanki polis-suçlu çatışmasından bir sahne geliyor önümüze. rick burda vuruluyor.
sonra  hastanede açıyor gözlerini. bir halisünasyon görüyor önce sonra yanındaki çiçeğe baktığında bir şeylerin ters gittiğini anlıyor.
üstündeki tüm kabloları çıkartıp ayağa kalkıyor ve hastaneden çıkmaya gidiyor.
etrafta zombiler var tabi..
kilitli olan ve üzerinde dikkat, ölüler var yazan bir kapıdan bir kaç el uzanıyor.
şöyle bir yutkunuyor rick ve atıyor kendini dışarı. dışarısı da pek iç açıcı sayılmaz. yerler can pazarı.
hastanenin avlusundan dışarı çıkıyor ve çimenlerde yürümeye başlıyor. yerde yine bir zombi görüyor sonra. gerçekten ölü gibi duran bir zombi.
sonra zombi hareketleniyor birden. adamın bacak,bağırsak hiçbir şey kalmamış hala insan yiyeceğim diye uğraşıyor.
şaşkın gözlerle zombiyi izliyor rick sonra yoluna devam ediyor ve bir bisiklet buluyor.
hemen evine gidiyor sonra. içeri girer girmez ağzından çıkan ilk kelimeler karısı ve çocuğunun isimleri.
ama cevap alamıyor. çünkü evde kimse yok ve evin hali çok tuhaf.  bunların bir rüya olmasını diliyor sonra.
neyse evden çıkıyor ve suratına bir kürek yiyor. rickin suratına kürekle vuran ise bu sofradaki küçük çocuk. neyseki etrafta zombi olmayan insanlarda var. böylece iki arkadaş buluyor kendine olayları anlıyor,kendine geliyor rick.
dışarıda bir alarm ötmeye başlıyor sonra. ne var ne yok diye bir göz atıyorlar.dışarıda gördükleri zombi ise zencinin karısı. çocuk ağlamaya başlıyor tabi.
sonra bu anne zombi eve doğru yürümeye başlıyor. rick hemen kapıya gidiyor ve delikten bakıyor. 
anne zombide delikten bakmaya çalışıyor tabi. kapıyı açmaya çalışıyor sonra. kapı tokmağı oynadıkça çocuk daha da bir hüzünleniyor.
sabah oluyor. dışarı çıkıyorlar. etrafta dünkü kadar çok zombi yok tabi. kapının önünde bir tanesi onlara doğru geliyor. rick girişiyor zombiye beyzbol sopasıyla.
zombiyi halletiler mi, tamam. rickin evinde gidiyorlar. hemen banyoya. elektrik falan yok şehirde ama rickin evinin bulunduğu yerdeki propan sistemi sayesinde sıcak bir duş keyfi yaşıyorlar.
silahlarını kuşandıktan sonra çıkıyorlar dışarı. ayrılma vakti geliyor çünkü rick karısı ve oğlunu bulmak zorunda.
tellerin arkasında arkadaşı leonu görüyor rick yani zombi leonu. kafasına dayıyor silahı.
ve sıkıyor.
ilerliyor sonra. bir ne görelim hala o yarı vücut zombi debeleniyor çimenlerin üstünde.
sen hala burda mısın yarram? bakışı attıktan sonra sıkıyor beynine bi kurşun.
zenci baba da karısını öldürmeye çalışıyor.  yok tabi kalbi izin vermiyor. sen zombi o yahu karın değil artık sık bi tane diyorsun ama sıkamıyor işte. yazık.
rick burda zombilerle can çekişe dursun rickin karısı lori, rickin arkadaşı shane ile iş pişiriyor. neyseki carl geliyor ve öpüştükleriyle kalıyorlar.
rick de atlantaya giderken aile özlemi gideriyor.
benzini bitiyor sonra. benzin olur umuduyla girdiği bir çiftlik evinde bir at görüyor ve atlıyor üstüne. sonra klasik şu götüntü geliyor ekranlara.
şehrin içine giriyor ve köşeyi döndüğünde gördüğü şey atı şaha kaldırmakla kalmayıp herkese bir siktir çektiriyor.
neyse atlıyor attan yerde sürüne sürüne kaçmaya çalışıyor. tekmeler savuruyor. bir tankın altına giriyor sonra. ama dört bir yandan zombi geliyor. tam, tamam artık bitti buraya kadarmış dediği zaman tankın alt kapağını görüyor ve dalıyor içeri.
içeride de bir zombi var tabi. alıyor silahını hemen zombi uyanıyor sıkıyor beynine bi kurşun. tank bu, o ses nasıl iğrenç bir hale dönüşüyor yankılana yankılana. üst kapaktan dışarı çıkıyor kulaklarının çınlaması dindikten sonra giriyor tanka yeniden.dışarıda zombiler atın bağırsakları ile bir ziyafet çekerken,
 telsizden bir ses duyuyor rick
sonra biraz şaşkın bir mutlu bir rick suratıyla sonra buluyor bölüm.
zaten izlediysen hatırlamışsındır böyle bir tebessüm oluşmuştur suratında ya da ay dur bi yeniden izliyim yeaa demişsindir. eğer izlemediysen tüm bunlardan sonra izlersin zaten. hala duruyo lan, kalk git defol izle hemen.

eski türk filmleri mi demiştik.

şimdi bu harika bir film. televizyonda her gördüğümde oturur izlerim her izlediğimde aynı tühh yeaa görüyo musun olayları ay şimdi nolucak acaba ruh hallerine girerim.
bu başka bir şey. ne biliyim eğlenceli,hüzünlü  tuhaf bir şey. harika, en sevdiklerimden. türk filmlerinin dvdsini alırım (eskilerin ehe) çektirmem korsan ne biliyim işte. bunu böyle canım sıkılınca takar takar izlerim.
bu da güzeldir. adile naşit yeter.

3 Ağustos 2011 Çarşamba

biraz zombi kanı alır mıydınız ?

Trueblood gibi son dönem vampir hikayeleriyle birlikte kan satılmasına dair bir fikir oluşmaya başladı. İşte bunun gidebileceği en iyi noktalardan biriBiraz zombi kanı için ve kendinizi çok canlı hissedin.


bunlardan türkiyede olsaydı harika olurdu. bildiğin enerji içecekleri gibi. içinde ne olduğu önemli değil önemli olan kabı ve satılış biçimi. yeşil renk konu zombiler olduğunda her zaman biraz daha akla yatkın gelmiştir zaten.
birisi geldiğinde bardakların içinde yeşil zombi kanı içiyorsunuz, muhteşem.

markette sakızların ya da dondurma ve içiceklerin olduğu küçük buzdolaplarının bulunduğu yerlerde bunlardan var. bir tane atıyorsun poşetin içine sadece olay bu ama içerken duyduğun zevk harika  ve çok havalı lan.

1 Ağustos 2011 Pazartesi

bu da böyle bir anı

babam çarşıya iniyordu dur yea bi film var çikolata diye 2000yapımı johnny depp oynuyor alsana bi izlerim dedim. neyse tamam gitti bu akşam geldi işte elinde cd aldım falan 3film almış ama hiç biri çikolata değil. lan dedim bu ne dedim. baba ben sana ne al demiştim bi söylsene yeaa dedim. çikolata ama almadım bunları aldım. söyledim adama çikolata falan diye adam sahneler var o filmde söylemedi demeyin dedi sonra işte ben de bunları aldım sen neler izliyosun bakıyım ha ? dedi. benim kafayı görüceksin o an neler olduysa bana ağzımdan şu çıktı evet baba yani film bu sahneler var bütün filmlerde sahneler olur mehehe. sonra babam hiç bozmadan yani kötü sahneler.. izleme öyle şeyler cansu teallam yeaa falan diyor bu sıra babam benim kafa yavaş yavaş oturuyor sonra kendi kendime düşünüyorum. sahneler varmış filmde. abi ben filmi izledim daha önceden de işte öyle bi daha izlemek için canım sıkıldığında falan aldırıym demiştim adam sahneler var demiş. ben o sahneleri niye görmedim lan. yani varsa ben de görseydim izlerken. tuhaf yani böyle insanların beynine beynine vericeksin. yarın aynı cdciden almaya gitsem mi diye düşünüyorum;

-çikolata filmini alabilir miyim
+o filmde sahneler var yalnız.
-biliyorum. mehehe. alamıyo muyum o zaman?

31 Temmuz 2011 Pazar

Johnny'nin dövmeleri.

Wino Forever
Sağ üst kolunda “Wino Forever” yazıyor. Zamanında kız arkadası Winona Ryder için “sonsuza kadar Winona” diyerek yaptırmış fakat daha sonra lazerle -na kısmını sildirmiş.




Amerikan Yerlisi Kafası (Native American Head) 
yine sağ kolda Johnny‘nin atalarını, kökenini temsil etmek için yapılmış bir ceroki şefinin kafası var.
Kalp ve Betty Sue (Heart & Betty Sue) 31 Mayıs 1988’te sol üst koluna yaptırdığı dövmesi annesi için. Bir kalp içinde annesinin adı Betty Sue yazıyor ve yine köklerini yansıtan kızılderili motifleri ile süslenmiş. 
Ters üçcgen (Inverted Triangle) 
Hemen annesinin adının yazılı olduğu dövmenin üstünde ters bir üçgen dövmesi var.
 Cesaret Sembolü (Brave symbol) Sağ kolunun içinde eski filmi The Brave’in sembolu var.
Üç Dikdörtgen (Three Rectangles) 
sağ işaret parmağında üç dikdörtgen dövmesi var.
 3 Sol elinde 3 sayısı varmış. Nisan 1996’da Young Flix Magazinine şu açıklamayı getirmiş,
“3 sayısı benim için çok özel. çok yaratıcı bir sayı. üçgen, kutsal teslis (isa, tanrı, meryem üçlüsünü kasdediyor)  ve iki kişi üçüncü bir kişiyi yaratıyor. 3 mistik ve sihirli bir sayi” diyerek bu dövmesini açıklamış.
Lily-Rose 
Kızı Lily-Rose Meldody’nin ismini kalbinin çok yakınına yaptırmış.
Jack ve uçan kuş 
ilk Karayip Korsanları filmindeki dovmesini sağ ön kolundan alıp ters çevirtmiş, böylece kuş Johnny‘e doğru uçar gibi görünmeye başlamış ve üstüne oğlunun ismini ekletmiş.
’ bu dövmeden bende vardı ama jack ismini jack sparrow olarak yazdırmıştım eheh ‘ 
Kurukafa (Skull and cross bones) 
Sağ alt bacağının dışında  bir kurukafa dövmesi varmış ve altında “death is certain” yani “ölüm kaçınılmaz” yazmaktaymış. resim baya kalitesiz ama idare edin artık.

Sağ bacağının içinde ayak bileğinin üstünde bir soru işareti sembolü varmış. yukardaki toplu resimde sağ alttan üçüncü resim. biraz tuhaf çıkmış ama bu kadar bulunabiliyor ne yazık ki.