30 Temmuz 2012 Pazartesi

film izlemeyi çok severim
şunu yazmayın diskıripşınlarınıza. bunu hiç bi yere yazmayın bence çünkü film izlemeyi sevmeyen insan olabilir mi. lütfen ama. yapmayın. var mıymış. hadi canım. yok artık. yuh. 
hayır olm cidden eğer film izlemeyi sevmediğini düşünen varsa canım sana sesleniyorum her nerdeysen bence sen daha önce hiç film izlemedin ondan öyle konuşuyosun. 
‘nası islemedim yhaa isledim gayeeet’
hmm evet. bak izlememişsin işte. gidip öyle sadece film denilemeyecek filmler izleyip sonra ben film izlemeyi sevmioorum yaa dersen.  
evet sorun haline getirdim bunu çünkü film izlemeyi sevmeyen bi insan. çok ilginç ya. aşırı ilginç yani. baya ilginçsin bi ara gelde deney yapayım üzerinde incelemeye falan alayım seni. 

böyle tanıdığım ve gerçekten böyle allaşkına sen nası bi insansın anuna koyim demek istediğim bütün insanlara sen şöyle şöyle bi insansın hayır yani cidden merak ediyorum zorluyo musun böyle olmak için yoksa kendiliğinden olan bi şey mi falan filan diye mektup yollamak istiyorum.
neden mektup anasının dininde olanı var nası yüzüne söyliyim ya.
sonra onlar da bana dönsün ya da döner büyük ihtimalle senin ananı sikeyim ben diyerekten veya aralarından evet çok teşekkür ederim kendime başkasının gözünden bakmamı sağladığın için falan filan diyen çıkar mı bilmiyorum  ama güzel olurdu. ne bileyim. böyle bi rahatlardım lan en azından. oh be derdim. oh be. şuanda dedim ama herhangi bi rahatlama olmadı. OH BE. hayır olmuyor

28 Temmuz 2012 Cumartesi

yok yok. sen saat üçleri hiç mi hiç sevmiyorsun.

saat üç olduğunda gece bi yavaşlıyor sanki. akmıyor zaman. tam yalnızlık saati sanki üç. onun saatimi varmış deme şimdi. çok sinirlenirim. saat üç tam yalnızlık saati. düşünebileceğin milyonca şey varken hiçbirini düşünmüyorsun. cınan sıkılıyor. bunalıyorsun. terliyorsun. duş alsam diyorsun. saat üç. ve üşeniyorsun. sabah alırım diyorsun. uyuyabilsen keşke. sonra sabah olsa güzel bir kahvaltı yapsan. sonra canını acıtan şeyler aklına geliyor. gelecek gibi mesela. ne kötü değil mi. gelecekte belki bin defa canın yanacak zaten ama sen şimiden kendini incitmeye başlıyorsun. oysa şuan gülebileceğin onca şey var. tüm bu olanlar nasıl korkutmuş, üzmüşse seni hep bir güvensizlik, mutsuzluk var içinde geleceğe karşı. gelmesin. lütfen. bir süre gelmesin. yok illa ki gelecekse, mutlu gelsin. ama öyle bi ihtimal yok gibi geliyor artık. kırıcak seni dağıtacak. dayanamazsın. kaç o zaman.
yok yok. sen saat üçleri hiç mi hiç sevmiyorsun.
gerçekten sıkıldım artık.

26 Temmuz 2012 Perşembe

back to ergenlik.



resmen bu kadar üzüntünün içinde bile ben aşırı umtsuzum diyen insanları güldürebiliyosun eğlendirebiliyosun ya. tebrik ediyorum seni. bi palyaço varmış herkesi güldürürmüş birgün bu palyaço ağlama hastalığına tutulmuş doktora gitmiş doktor bir palyaço var herkesi güldürüyor ona git o seni güldürsün demiş sonra adam da demiş ki o benim :ddDD((:(((
al işte aq. anlatamıyorum olm. mutsuzum diyorum. mutsuzluktan tüm oksijen bana karbondioksit geliyor diyorum. o nası benzetme allaşkına bi siktir git cansu ya hüfs.
tamam bi şey daha. öyle mutsuzum ki çekip gidemiyorum bile öyle koltukta oturayım yıllarca yere bakayım. kimse dokunmasın bana öyle bekleyeyim belki bir şey olur da mutlu olurum diye. burda bile anlatamadım ya. anlattım ama. anlatamadım işte.
bravo ya.
aslında gitmek lazım. gidebilmek lazım. sonra da çok para lazımmış gibi geliyor. çok.

11 Temmuz 2012 Çarşamba

diyorum ki;


bu bir döngüdür. iyi işler iyi oyuncu yaratır. iyi oyuncular iyi iş çıkartır.
aynı şekilde, iyi bir yönetmen iyi oyuncular yaratır. iyi oyuncular yönetmenlerin iyi olmasını sağlar.
paragrafta çok fazla iyi kelimesinin geçmesine aldırmayın, şunu demek istiyorum. bir oyuncu olmak istiyorsun. seçmelere katıldın. ilk işin olacak. şansa bak sen seçildin. eğer seni seçen iyi bir yönetmense alır yürürsün. iyi bir yönetmen seçtiği oyuncuyu kendi seviyesine getirir. ondan bir şeyler öğrenirsin. sana katkısı olur.
artık iyi bir oyuncusun. yeni bi iş var. yönetmen çok fazla iyi değil. ama sen iyisin. o işte artık yönetmenden bir şeyler alan sen değilsin. bir şeyler verensin. yönetmen senden bir şeyler öğrendi ve daha iyi hale geldi.
yani, bazen 'film kötü yaa sadece ... oyuncu için izliyorum' deriz ya işte o durum bunu özetliyor.

9 Temmuz 2012 Pazartesi

mordy'nin hikayesi - bölüm bir


ben burada yatmış neden bu kadar çok terlediğimi düşünürken mordy yan odada kendini asmak için en uygun ipin hangisi olacağını düşünmekle meşguldü. ona yardım etmek istemiştim. nazik bir şekilde sormuştum ona 'yardım etmemi ister misin' diye. ama o kaşlarını çatıp 'estetik gerektiren bir iş bu. belki sandalyeyi taşıman için seni çağırırım. hem daha hangi odada ne tarafa bakarak yapacağıma karar vermem lazım. bu on yıl sürebilir' dedi.
on yıldan daha uzun sürdü. mordy hala hangi oda olması gerektiğini düşünüyor. kendini kandırmaması gerektiğini, ölmek istemediğini anlaması gerektiğini söylüyorum. 'neden ölmek istemeyeyim ki' diyor. 'neden ölmek istemeyeyim.' susuyorum. çünkü verebilcek bir cevabım yok. kuşlar, desem mordy bir testere kapar ve kafamı uçurur. çimenler, desem ayaklarımı kaybederim. yüksek bir vadiden aşağıya bakma duygusu desem bir yararı olabilir. belki. çünkü mordy böyle saçmalıklara inanmaz.
'güneş ne kadar da güzel' 'götüme girsin o güneş'
bazen mordynin haklı olduğunu düşünürüm. çoğu zaman.

8 Temmuz 2012 Pazar

jeam beam’in dansı. barfly. charles bukowskinin ilk ve son senaryosu.


ilk karede bukowskinin gençliği diyebileceğimiz henrynin genelde takıldığı barı görüyoruz. hayatı akışına bırakmış alkoliğimiz bukowski bu barda takılıp içki içip kavga ediyor. kavga etmeyi gençliğin bir gerekliliği olarak görüyor. aslında düşününce hak veriyorsun. insanı dinçleştiren bir olay. yapabiliyorken tadına varacaksın. 



ikinci karede gördüğümüz kişi bizim elemanımız henry chinaski. burda anlık bi görüntü olarak charles bukowskiyi görüyoruz. aslında rötuşsuz filmde bukowski, ağzına aldığı bira yudumunu dudaklarının arasından bira şişesine yeniden püskürtüyor. ‘tam bir alkoliğin yapacağı’ gibi diyor. ‘önceden çalışma yok. anlık bi istek. ne yazık ki yönetmen dikkati üstüme toplamamam gerektiği için o kısmı kesmeleri gerektiğini söyledi’ 
henry daha sonra bi bayanın yanına oturuyor. wanda. 
tüm çekimler bittiğinde bukowski filmin oynanmamış halini izliyor ve bu sahnenin devamında henrynin elindekki içkiyi tamamen bitirmeden kalktığını görüyor. ‘hayır hayır büyük bir hata. hiç bir alkolik içkisini tamamen bitirmeden kalkmaz bunun koyulmasını istemiyorum’ diyor. çekilmiş sahnelerden henrynin içkisini en fazla içtiği bi tanesini bulup onu yerleştiriyorlar. bukowski daha sonra ‘yeterli değil ama idare eder. zaten içki içmeyen bir oyuncuyu bu role almaktı asıl hata’ diyor. evet başrol oyuncumuz içki içmiyor ama bu rolda bir alkoliği canlandırıyor. 


 
3. ve 4. karelerde ise wanda mısır tarlasından mısır almak istiyor. bukowski bu çekimi izledğinde “wanda gibi değildi” diyor. “-mısır istiyorum! mısır istiyorum!- diye bağırırken asla wanda gibi bağırmıyordu. bundan 20yıl önce benim prensesim wanda sarhoş bir halde mısır sanki dünyada eline geçirebileceği en mükemmel şeymiş gibi bağırıyordu. -MISIR İSTİYORUM! MISIR!- ama bir film için bu kadarı yeterli” diyor. 


 
5.karede yoldan geçen polisler sarhoş mısır hırsızlarımızı farkediyorlar. çekimlerde polisler arabayı durdurup kapıları açmaya çalıştıklarında kapılar açılmayor. nasıl olduğunu bilmiyorlar ama bi şekilde kapılar kitleniyor ve açılmıyor. böyle basit bi sahne ikinci kez çekilmek zorunda kalıyor. önemsiz bir şey gibi görülebilir ama böylesine düşük bütçeli bir film için çok önemli.



6.karede ise başrol oyuncumuzun oynamak istediği için kendi önerisiyle yazdırdığı sahneyi görüyorsunuz. oyuncu yönetmene ‘ayna karşısında şiir okuduğum bir bölüm istiyorum’ diyor. yönetmen bukowskiye bunu söylediğinde bukowski ‘ne bu fazla yapmacık olur’ demesine karşın oyuncunun role devam etmesi için yazmak zorunda kalıyor. 



7.karede de diğer başrol oyuncumuzun istediği bir bölümü görüyoruz. wanda yönetmen ve bukowskiye  ’bacaklarım! bacaklarımı gösterebileceğim bir bölüm yaz’ diyor. ve bukowski ‘tamam’ diyor. ‘yazarım’



8.karede, 19 kez çekilmiş olan sahneden bir bölüm görüyoruz. yönetmen bağırarak banyodan dışarı çıkıyor. bukowskiyle konuşmaya gidiyor. ‘19 oldu charles 19. hanımefendi memelerinin gözükmesinden korktuğu için 20. çekimi yapıcaz. git onunla konuş. yaşlandığı için memelerinin güzel olmadığını düşünüyor. biraz iltifat et’ sonra bukowski ve sarah (sarah, o sıra bukowskinin takıldığı ve onun hayatını bi 10yıl uzattığına inandığı kadın) wandayla konuşuyorlar. sarah wandaya bi içki verip onun sakinleşmesini sağlıyor ve 20. çekimde sahne tamamlanıyor. 



9.karede ise yine erkek başrol oyuncumuzun özel isteğini görüyoruz. oyuncu ‘palmiye süslerinin bulunduğu bir gözlük takmak istiyorum’ diyor. yönetmen bunu bukowskiye söylediğinde bukowski : ‘palmiye süslü bi gözlük mü. ne bu. hiçbir california erkeği öyle bir şey takmaz. yazmak istemiyorum’ diyor ama sonra ikna ediliyor. sarah ‘onlar gibi oldun’ diyor bukowskiye ‘hollywooddakiler gibi’



sonra karede gördüğümüz kız tully. bukowskinin şiirlerini yolladığı dergilerden birinin editörü diyebiliriz. bu şehir kızı bukowskinin yeteneğini farkediyor ve onun peşine düşüyor. ona ‘sadece yaz ve bana ver harika bir yaşamın olsun’ diyor ama bizim sokak sarhoşu, bar sineğimiz ‘burada senin gibi altın bi kafes içinde olmak isteyeceğimimi düşünüyorsun’ diye karşılık veriyor. aslında tullynin evinde 1aya yakın takılıyor ama filmde bu sadece 1gün olarak görülüyor. bukowski ‘orda kaldığım zamanlar tullynin kardeşi olan kızın evde yaptığı azgınlıkları da yazmak isterdim ama bu bir kitapta olabilir bir filmde olmaz’ diyor. 
bukowski tüm bunları bu seneryoyu yazdıktan sonra başladığı ve seneryo yazım ve yapım aşamasında olanları yazdığı hollywood adlı kitabında anlatıyor.
ve okuduktan sonra resmen keşke her senarist iki üç seneryosunun hikayesini dürüstçe kaleme alsa diyorsunuz. filmi izlerken her şeyi biliyorsunuz. neyin nasıl olduğunu. ne zorluklarla gerçekleştiğini. o şekilde izlemek daha güzel.
bukowski ve sarah sırf o tantanayı bir kez yaşayıp dalga geçmek için filme gala düzenlenmesini istiyorlar. bukowski ‘ölümsüz değil ama iyi bir film’ diyor.
son olarak hollywood kitabının son diyalogunu yazmak istiyorum;
-şimdi ne yapacaksın, diye sordu sarah.
-hangi konuda?
-film bitti, demek istiyorum.
-ya, evet.
-ne yapacaksın?
-atlar var
-başka?
-peki, söyleyeyim. seneryonun kaleme alınması ve filmin çekilmesi üzerine bir roman yazacağım.
-iyi fikir bence.
-bence de.
-adını ne koyacaksın?
-hollywood.
-hollywood mu?
-evet.
   bu işte.